20 Mart 2008 Perşembe

Google : Sonsuzluğun Simgesi

Google hayatımızın vazgeçilmezleri arasında yerini aldı. Bu hafta, çoğumuzun anasayfası, gözbebeği olan, sorularımıza cevap bulan Google'ın Pazarlama Müdürü Mustafa İçil bizlere reklam dünyasından , pazarlamadan ve tabi ki Google'dan bahsetti.


İlk önce biraz internetin gelişimi, pazarlama ve reklam dünyası...


On yıl önce 70 milyon olan İnternet kullancılarının sayısı bugün 1.2 milyara ulaştı. İşin ilginç yanı ise 9 milyon bilgisayar sahibi olan Türkiye'de 20 milyon İnternet kullanıcısının olması. Genç nüfusun ve İnternet kafelerin bu duruma katkısı aşikar. 1 günde Google'da 1milyar arama yapıldığını, 80 milyar e-posta ve mesaj yollandığını, 250 milyon sosyal ağ kullanıcısı olduğunu, youtube'da 500 milyon video izleme olduğunu düşünürsek sanal dünyanın ne kadar hızlı büyüdüğünü anlayabiliriz. Bu durumu paraya çeviren e-ticaret dünyasının büyüklüğü AB'de 130 milyar Euro'yu bulmakta. Türkiye'de ise e-ticaret daha yeni yeni gelişmekte ve bu nedenle Türkiye odak ülkeler arasında yer almakta.

Nasıl oldu da reklam dünyası bugünlere geldi dersek, 5 devrimden söz etmemiz gerekir. Daha çok şekle dayalı kitlesel iletişimin olduğu 1440'lı yıllardaki baskı devrimi, 1839 yıllardaki duygusal reklamlara dayalı fotoğraf devrimi, 19 yy'daki farklılaştırıcı mesajlar içeren radyo devrimi, 1941'li yıllardaki tüketici ile daha güçlü iletişime geçilen televizyon devrimi ve sınırsız olanaklar ve etkileşimli iletişim dünyasına adım attığımız İnternet devrimi. Medya tüketiminin %37'sini TV, %22 İnternet, %12 radyo geri kalanını ise gazete kitap oluşturuyor. İnternetin payının bu kadar fazla olmasına rağmen reklam masraflarında 2006'da %1'lik, 2007 de ise %2-3 lük bir paya sahip olması, İnternetin reklamcılık alanındaki öneminin yeterince farkedilemediğini gösteriyor. Müşterilerin değerlendirmelerine göre ise kendileriyle ilgili gördükleri ve bilgilendirici olduğunu düşündükleri reklamlar daha çok İnternet üzerinden yapılmakta.

Birazda tüketiciler açısından İnternet dünyasını inceleyelim. Depolama, erişim, multimedya araçları çok hızlı gelişmekte. Bu hızlı gelişim paylaşımı arttırmakta, teknolojik sınırları ortadan kaldırmakta. Peki bunların sonucunda ne oluyor? Doğru yapılan işler bir anda patlarken, yanlış bir harekette tepe taklak olmak en falza 2-3 günü alıyor. Tüketicilerin sadakati de her geçen gün azalıyor.

"İnsanlara ne istediklerini sorsak daha hızlı atlar isteriz derlerdi." diyen Henry Ford bu sözüyle, tüketicilerin isteklerinin ve ihtiyaçlarının yorumlanmasının gerektiği, aslında gerçekte istedikleri şeyleri tam ifade edemediklerini söylemektedir. Geçmişte koşullar bu şekilde olsa da günümüzde artık herşey değişti. Tüketiciler üreticilerin bir kaç adım ötesinde gitmekte, tam olarak istedikleri şeyleri hayal edip üreticileri yönlendirmekteler. İnternette bilgi ve iletişim dönemini geçip 2004 itibariyle etkileşim dönemine geldiğimiz bugünlerde, tüketiciler üreticileri ayağına çağırmakta ve bilgiyi onlar yönetmekteler. Bunun en büyük örneğini bloglarda görebiliyoruz.

Tüm bunlar göze alındığında viral pazarlama ve yaratıcılık ön plana çıkmakta. Yeni fikirlerle reklamlar artık oyunlara kadar giriyor. Secondlife'da şirket sahiplerine özel bina tasarlayarak 1 milyon dolara yakın para kazanan bir mimarın olması bu durumun ciddiyetini göstermekte. Dünyayı dolaşıp dolaştığı her ülkede aynı dansı yapan ve bunu videoya kaydedip yayınlayan Matt'in, uzun süre tadını kaybetmeyen sakızlar üreten Stride şirketi için tekrar dünyayı dolaşarak bir reklam videosu çekmesi ise bir başka ilginç örnek.



Şimdi biraz da Google'dan bahsedelim...


1995'de, Stanford Üniversitesi'nde okuyan ve hiç bir konuda anlaşamayıp sürekli münakaşa eden iki öğrenci, Larry Page ve Sergey Brin, "BackRub" adlı arama motorunun temellerini attılar. Arama motorunun temeli sadece tıklanma sayısına değil aynı zamanda referans veren site sayısına göre bir listeleme yapmayı amaçlıyordu. Yurt odasında başlayan macera garajda devam etti. Parasal sıkıntılardan dolayı ikinci el bilgisayarların parçalarını birleştirip legolarla tutturuyorlardı. Projelerini gitgide daha da mükemmelleştirirlerken kendilerine bir yatırımcı aramaya başladılar. Yahoo’nun kurucusu ve arkadaşları da olan David Filo ile görüşen iki kafadar, ne yazık ki umdukları cevabı alamadılar. Biraz daha geliştirdikten sonra tekrar görüşelim diyen Filo, o gün ayağına gelen en büyük fırsatı tepmiş oldu. Kendilerine yeni bir destekçi arayan Page ve Brin, Bechtolsheim Sun Microsystems’in kurucularından Andy Bechtolsheim ile görüştü ve Bechtolsheim Google Inc. adına 100 000 dolarlık bir çek kesti. Page ve Brin, 1998'de Google Ins. adıyla şirketleşerek çeklerini aldılar. Şirket adının Google olmasının sebebi her ikisinin de matematiği çok sevmesi ve sitenin isminin bir matematik terimi olmasını istemeleri. 10 üzeri 100 sayısını ifade eden "Googol" kelimesini seçseler de ismin sorun yaratmasından dolayı biraz değiştirerek Google ismini koydular.


Kapsamlı, doğru sonuç, hızlı, sade ve kolay kelimeleriyle kendilerini tanımlayan ve bu yıl 10. yaşını kutlayan Google'ın en büyük amacı her türlü bilgiyi toplayıp organize etmek. Burada bilgiden kasıt sadece İnternet üzerindeki bilgiler değil, İnternet üzerinde olmayan bilgileri de bu ortama taşıyarak kullanıcılara ualştırmak. Bunun en büyük göstergesi Google'ın Books uygulaması. Bu uygulamayla kütüphanedeki kitaplar tek tek taranarak aranan keimeyle ilgili kitap sayfaları kullanıcıların önüne sunulmakta.


Organizasyon yapısı ise biraz dağınık. Fonksiyonlar farklı ülkelerde toplanıyor. Türkiye'de Kurumsal Satış ve Pazarlama İş Geliştirme departmanları mevcut. Google'da çalışmaksa o kadar kolay değil. Çok sıkı bir mülakat süreci yaşanıyor. 8 aşamada gerçekleşen bu mülakat dizisinin son ayağı olan Larry Page'den de onay geldiğinde yaratıcılığın hat safada olduğu bu güzel şirkette çalışmaya başlıyorsunuz. Vaktinizin %80'nini kendinize verilen projelerle harcamak zorundasınız ama kalan %20'i kendi işleriniz için harcayabiliyorsunuz. %20'den ne olur demeyin. Orkut gibi bir proje bu %20'lik zamanla ortaya çıkmış.


"You can make money without being evil." sözüyle yola çıkan Google ekibi önce kullanıcıların isteklerine önem vermekte sonra para kazanmaya odaklanmakta. Google Adwords ve Adsense en büyük para kaynakları. Adwords ile arama yapıldığında sağda ve bazen üste reklamlar çıkmakta. Tıklama başına ücret alındığı için, hem doğru hedef kitleye ulaşılması hem de siteye girilmediği takdirde para ödenmemesi reklam veren kişiler ve kurumlar için oldukça cazip. Adsense ile dünyanın en büyük reklam ağı oluşuturulmakta. Site sahipleri ise Google Adsense ile sitelerine reklam almakta ve reklam gelirlerinin büyük bir kısmı kendilerine iletilmekte.


Hikayeyi yenilikçi projelerin sürekli desteklendiği ve arama motorunun sürekli geliştirildiği Google'ın altın kurallarıyla bitereceğim.


Küçük projeler, küçük ekipler,


Yaratıcı düşüneyi dizginlemeyin,


Ufak projelere önem verin, ölmelerine izin vermeyin,


Herkesden her an fikir alın,


Öğrenmeye aç olan elemanlar alın,


Risk alanları ödüllendirin, başarısızlığı cezalandırmayın...

3 yorum:

abaküs dedi ki...

İnternette en ufak bir projesi olan kimselerin yapacağı ilk iş, google ile reklam vermek sanki. Düzgün bir işleyişi olan dev bir şirkete kim hayır diyebilir ki? Böylece hem reklamverenler hem de reklam yayınlayanlar için, güzel günler başlayabilirdi.

Ama şu var ki, google reklam sisteminde ufak bir değişiklik yaptı. Artık reklamlara tıklamak isteyenler sadece reklam metninin başlığına tıklayabilecekti. Haliyle tıklamak isteyenlerin, prezentabl olması(!) ve isabetli vuruşlar yapması gerekiyordu. İşte, yayıncıların bundan sonra bir takım sıkıntılar yaşadıklarını söyleyebiliriz, evet.

İnternette metin reklamlarının yerini zamanla link (bağlantı) reklamları alabilir. Belirli anahtar sözcükler artık birer link sahibi. Böylece sıkça görülen reklam körlüğü hastalığının çaresi nihayet bulunmuş gibiydi. Birçok sitede uygulamaları bile var. Bakalım google ne zaman geçiş yapacak? Ailecek takip ediyoruz :P

Adsız dedi ki...

merak ettiğim bir durum

dost bloglar veya tasiye bloglar şeklinde bloglarınızda verdiğiniz linklere baktığımda sadece ismi farklı ama icerik olarak aynı konuların kelimesi kelimesine işlendiği bloglar görüyorum.
tek bir elden çıkmış farklı kişiliklerde sunulan yazılar bununn mantığı nedir acaba

Didem Erbil dedi ki...

e-ticaret dersi alıyoruz, her hafta bir konuğumuz oluyor, bizimle deneyimlerini şirketlerinin kuruluş hikayelerini paylaşıyor, onların anlattıklarını bloglarımıza aktarmamız da dersimizdeki görevlerimizden biri. hepimiz aynı kişiyi aynı anda dinlediğimizden yazıların içerikleri de aynı oluyor. mantığını bu şekilde özetleyebilirim =)